Türk-Çin ilişkileri uluslararası alanda en dinamik gelişen ikili ilişkilerden. Bunda Çin’in ve Türkiye’nin yükselen ekonomiler arasında yer almasının payı büyük. Türkiye ve Çin’de sadece ekonomik yapı değil, toplumsal hatta siyasi yapı da oldukça dinamik. İki ülkenin de bu dinamik yapısı ikili ilişkilerdeki iş birliği alanlarını hızla genişlettiği gibi bazı riskleri de ortaya çıkarabiliyor. Bu açıdan Türk ve Çinli liderlerin her beş veya on yılda bir karşılıklı oturup ikili ilişkilerin ortak vizyonunu, fırsat pencerelerini ve olası riskleri değerlendirmesi gerekiyor.
İnişli-çıkışlı ilişki grafiği
1949 yılında kurulan Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ile Türkiye’nin bugüne kadarki ilişkileri incelediğinde inişli-çıkışlı bir seyir izlediğini görürüz. 1949’dan 1971’e kadar olan dönemde Ankara, Çin adına ÇHC’yi değil Tayvan’daki Çin Cumhuriyeti’ni muhatap alıyordu. Komünizme karşı Tayvan ile dayanışma halinde olan Ankara’nın ÇHC ile diplomatik hatta ekonomik teması yok gibiydi.
1971-1980 arası dönemde Ankara ve Pekin arasında diplomatik ilişkilerin kurulması, karşılıklı büyükelçiliklerin açılması ve siyasi ilişkilerin normalleşmesi gerçekleşti. 1980’li yıllarda ise ikili siyasi ilişkiler düzeyinde tam bir patlama yaşandı. Türkiye ve Çin birbirlerini karşılıklı bir fırsat penceresi olarak değerlendirmeye başladı. Türkiye’de bu dönemde “Her Çinli’ye bir kilo fındık satsak” kabilinden cümleler kurulmaya başlandı. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakan düzeyinde karşılıklı çok sayıda ziyaret gerçekleşti. Hatta Pekin, Türkiye’yle yakınlaşmak için Uygurları bir köprü olarak kullanmak düşüncesindeydi. Bununla birlikte 1980’li yıllarda ciddi bir ekonomik iş birliğine girilemedi.
İlişkilerde yeni ‘Zemin’
Ankara Çin politikasını 1990’ların sonunda revize edip tekrar Pekin ile yakınlaşma politikası izlemeye başladı. Bu politika değişikliğinin sonunda 2000 yılında Çin Cumhurbaşkanı Jiang Zemin’in gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti, ikili ilişkilerde bir dönüm noktasını ifade ediyordu. Ankara Doğu Türkistan meselesini Çin’in toprak bütünlüğü içerisinde değerlendirdiği ve Tayvan konusunda da ‘Tek Çin Politikası’ izlediği noktasında Pekin’e taahhütlerde bulundu. Bu noktada Ankara’nın temennisi Uygurların kimlik ve entegrasyon sorunlarının Çin yönetimi tarafından zaman içerisinde çözülmesiydi.
2000-2009 arası yürütülen bu süreçte öncelik ticari ve ekonomik iş birliğine verilmiş ve uluslararası konularda iş birliğine gidilmeye çalışılmıştı. Çin’in Ukrayna’dan aldığı eski Sovyet uçak gemisi Varyag’ın ABD ve Japonya’nın itirazlarına rağmen Türk boğazlarından geçişine izin verilmesi bu dönemin başına denk geliyor. Yine Çin Türkiye’nin 2009-2010 BM Güvenlik Konseyi üyeliğine açıkça destek verdi. Bu dönemin diğer bir özelliği ise ekonomik ilişkilerde ciddi bir sıçrama yaşanması. 2008 yılı itibarıyla Çin, Almanya ve Rusya’nın ardından Türkiye’nin üçüncü büyük ticari ortağı haline geldi. Ama diğer taraftan ikili ilişkilerde Uygurlar gibi siyasi bir sorunun yanında ticaret açığı gibi ekonomik bir sorun da ortaya çıktı. Her şeye rağmen bu politika 2009 yılına kadar sorunsuz sürdürüldü.
5 Temmuz 2009’da patlak veren Urumçi olaylarında Çin güvenlik güçlerinin sert müdahalesi Türk kamuoyunda infiale sebep olunca, Türkiye’deki iktidar ve muhalefet partileri Çin’e sert tepki gösterdiler. Böylece 2000 yılında şekillenen politikanın yeniden revizyonu gerekti. Bu noktada hem Pekin hem Ankara yapıcı adımlar attı. Ankara Çin’in toprak bütünlüğüne saygısını ve ayrılıkçılığa karşı olduğunu tekrar vurgularken, Pekin de Uygurların siyasi ve ekonomik sorunlarının çözümü konusunda yapıcı adımlar atacağı taahhüdünde bulundu. Böylece bir yıl içinde ilişkiler krizden stratejik ortaklığa kaydı. Eylül 2010 tarihinde Konya’da yapılan Anadolu Kartalı tatbikatına savaş uçaklarıyla katılan Çin ilk defa bir NATO ordusuyla ortak tatbikat yapmış oldu. Yine 2010 ve sonrası dönemde pek çok ekonomik iş birliği anlaşması imzalandı.
Çinli şirketler Türkiye’deki hızlı tren projelerinden madencilik ve bilişim sektörüne kadar pek çok önemli ihaleyi üstlenmeye ve Türkiye’de doğrudan sermaye yatırımı yapmaya başladılar. Sinop nükleer santrali ihalesinde son ana kadar önde olan Çin, bu ihaleyi Japon-Fransız konsorsiyumuna kaptırdı. Çin diğer önemli bir ihale girişimini de savunma sanayiinde yaptı. Eylül 2013’te Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın açıkladığı kısaltılmış listede Çinli şirket Türk hava savunma sanayii ihalesi için avantajlı bir konum elde etti. Ancak süreç içerisinde NATO müttefiklerinden gelen tepkiye bağlı olarak Türkiye müzakere önceliğini Fransız-İtalyan konsorsiyumuna verdi, sonrasında da süreci fiilen askıya aldı.
İkili ilişkileri yeniden değerlendirme ihtiyacı
2015 yılına geldiğinde Türkiye ve Çin arasındaki ikili ilişkileri yeniden değerlendirme ve yeni bir yol haritası oluşturma ihtiyacı ön plana çıkmış durumda. Ortaya çıkan iki temel risk alanı halen varlığını devam ettiriyor.
Türkiye açısından artarak devam eden dış ticaret açığı, bazı sektörlerde rahatsızlığa yol açıyor. 2014 yılı itibarıyla yaklaşık 28 milyar dolarlık ticaret hacminin 22 milyar doları Türkiye aleyhine açık verdi. Yine Çin’in 2010’dan itibaren Türkiye’deki hızlı tren, madencilik, enerji, bankacılık ve finans alanlarındaki yatırım taahhütlerinin de gecikmesi, ikili ticaret hacmindeki açığı gündemde tutmaya devam ediyor. Bu durum Türk tarafında “Acaba Çin gerçekleştirebileceğinden daha çok ekonomik vaatte mi bulunuyor” endişesine yol açıyor.
Öte yandan Çin tarafında da benzer endişeler mevcut. Sinop nükleer santral ihalesinin son anda Çin’in kendine rakip olarak gördüğü Japonya liderliğindeki konsorsiyuma gitmesi ve Eylül 2013’te Çin’e verilmesi gündeme gelen füze savunma ihalesinin sürüncemede kalması bunlar arasında. Pekin de “Acaba Türkiye bizimle her türlü alanda iş birliğine girmeyi taahhüt edip tüm stratejik projelerde son anda NATO müttefiklerinin tercihleri doğrultusunda mı karar alıyor?” endişesine sahip.
KÜLTÜR VE TURİZM İLİŞKİLERİ
Giderek Türkiye’yi tanıyan Çinliler, son yıllarda Türkiye’ye daha çok gitmeye başladı. Ayrıca, Çin televizyonlarında yayınlanan Sisters Over Flowers (Huayang Jiejie) gibi Türkiye konulu programların da etkisiyle Çinliler hem Türkiye’yi daha çok tanıdı hem de Türkiye’yi görülmeye değer ülkeler arasına koydu. Türkiye’nin tek taraflı olarak Çinli işadamları ve turistlere getirdiği elektronik vize imkânı da Türkiye’ye giden Çinlilerin sayısındaki artışın önemli etkenleri arasında yer aldı.
Türk tarafının resmi istatistiklerine göre, Türkiye’ye gelen Çinli ziyaretçi sayısı 2015 yılının ilk 10 ayında geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 67.67’lik bir artış 282 bin 872’ye çıktı.
EKONOMİK VE TİCARİ İLİŞKİLER
İki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerde 2015 yılında belirgin ilerleme gözlenmedi. Türkiye aleyhine devam eden dış ticaret açığı devam etti.
Ekim 2010’da dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine Türkiye’ye giden dönemin Çin Başbakanı Wen Jiabao, iki ülke arasındaki ticaret hacmi hedefini 2015 yılında 50 milyar dolar, 2020 yılında ise 100 milyar dolar seviyesine çıkarılması hedefini ortaya koymuştu. Ancak bu hedefin ilk ayağı başarısız oldu. Çünkü 2014 yılında 27,8 milyar dolar olan ikili ticaret hacmi 2015’in ilk 10 ayında 22,96 milyar dolar gerçekleşti.
Bu yılın Ocak-Ekim döneminde Çin’e yapılan ihracat 2,39 milyar dolar iken, Çin’den yapılan ithalat da 20,57 milyar dolar gerçekleşti. Buna göre, Çin’e Türkiye’nin verdiği ticaret açığı, 18,17 milyar dolar oldu. Çin’e verilen ticari açık geçen yılın aynı döneminde 17,50 milyar dolar olarak gerçekleşmişti.
Çin, Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı 19. ülke olurken, en çok ithalat yaptığı 1. ülke konumunda bulunuyor.
Çin bu yıl da Almanya ve Rusya’dan sonra sonra Türkiye’nin üçüncü büyük ticaret ortağı olmaya devam etti.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun Ekim ayı verilerine göre, Çin’den yapılan ithalat, 2015 yılı Ekim ayında 2 milyar 270 milyon dolar oldu. Bu ülkeyi sırasıyla Almanya (1 milyar 820 milyon dolar), Rusya (1 milyar 517 milyon dolar) ve İtalya (925 milyon dolar) izledi.
0 YORUM